Takvâ
Takvâ kelimesi sözlüklerde “İnsanın, ibadet ve güzel işler yaparak ken-
disine acı verecek durumlardan korunması” şeklinde tarif edilir. Seyyid Şerîf
el-Cürcânî, et-Ta‘rîfât isimli terimler sözlüğünde (bk. “Takvâ” md.) takvânın
“Allah’a itaat ederek O’nun vereceği cezalardan korunmak; insanın kendi-
sini, yaptığı veya yapmadığı şeyler yüzünden müstahak olacağı ukubattan
yine Allah’a itaat ederek koruması” anlamına geldiğini belirtir. Aynı âlimin
kaydettiği diğer bazı tariflere göre takvâ, “Kulun mâsivâdan sakınmasıdır;
dinin edep ve erkanına saygılı olmaktır; insanı Allah’tan uzaklaştıran her
şeyden uzak durmaktır; nefsânî hazları terketmek, yasaklardan uzak dur-
maktır; gönlünde Allah’tan başka hiçbir şey görmemendir; kendini hiçbir
kimseden daha iyi diye düşünmemendir; Allah’tan başka her şeyi
terketmektir; sözde ve davranışta Hz. Peygamber’e uymaktır.” Fahreddin
er-Râzî, Bakara sûresinin 196. âyetini tefsir ederken, takvâ için, “bütün dinî
ve ahlâkî ödevleri yerine getirme, din ve ahlâkın sakıncalı bulduğu tutum
ve davranışlardan da kaçınma” anlamını içeren bir tanım yapmıştır. Tanın-
mış mutasavvıf Ebû Tâlib el-Mekkî’nin tarifi ise daha kısa fakat oldukça
kapsamlıdır: “Takvâ bütün iyilikleri kapsayan bir isimdir” (K†tü’l-kulûb, I,
196).
Kur’ân-ı Kerîm’de, âhiret inancının yoğun olarak işlendiği ilk zaman-
larda inen âyetlerde takvâ, Allah’ın şiddetli azabına karşı siper vazifesi görecek olan korku ve kaygı şuurunu ve bu şuurun bir sonucu olarak Allah’ın
buyruklarına uyup yasakladığı şeylerden titizlikle kaçınmayı ifade eder. An-
cak zamanla, İslâm cemaatinin hem sayı hem de keyfiyet bakımından ge-
lişmesine paralel olarak, takvâ kavramının içeriğinin de geliştiği ve zengin-
leştiği görülür.
Bakara sûresinin hac ile ilgili 197. âyetinde bazı kötülükler, ahlâkî ol-
mayan davranışlar sıralandıktan sonra mutlak olarak iyiliğin önemi vurgu-
lanmakta, ardından da genel olarak kötülükleri terkedip iyilikler yapmaya
şâmil bir kavram olarak takvânın önemi ifade edilmektedir. Burada takvâ-
nın “en hayırlı azık” şeklinde nitelendirilmesi onun dinî ve ahlâkî hayat için
vazgeçilmezliğine işaret eder. Yine Bakara sûresinde (2/237) takvânın, ba-
ğışlama ve feragati de kapsayan geniş ahlâkî içeriğine işaret edilmiştir.
Mâide sûresinin 8. âyetinde takvâ, adaleti de içine alan yüksek bir fazilet
olarak gösterilir. Sosyal hayatın düzeni için adaletin gerekliliği göz önüne
alınacak olursa, bu âyete göre takvânın, artık sadece ferdî ve vicdanî fazilet
değil, aynı zamanda toplumsal düzenin de bir gereği olduğu ortaya çıkar.
Takvânın bu sosyal fonksiyonu, Hucurât sûresinin 13. âyetinde evren-
sel boyutta ele alınmıştır. Burada Allah’ın bütün insanları bir erkekle bir ka-
dından (Âdem ile Havvâ) yarattığı; birbirleriyle (üstünlük ve soyluluk yarışına
girişmek, sürtüşmek ve çatışmak için değil), tanışıp bilişmek için onları halk-
lara ve kabilelere ayırdığı ifade edildikten sonra “Allah nezdinde sizin en şe-
refliniz, takvâda en ileri olanınızdır” buyurulmuştur. Kanaatimizce insanlığın
eşitliği ve evrensel barışçılık ilkelerini vurgulayan ifadelerin ardından, en
büyük değer ölçüsü olarak takvânın zikredilmesi, bu erdemin, söz konusu
ilkelere saygı anlamını içerdiğine de işaret eder. Nitekim az önce değindiği-
miz, şahitlikte adaleti gözetmeyi emreden Mâide sûresinin 8. âyetindeki
takvâda da eşitlik ilkesine saygı anlamı vardı. Mustafa Sâdık er-Râfiî İ‘câ-
zü’l-Kur’ân adlı eserinde (s. 100 vd.) takvânın eşitliğe esas teşkil etmesi ba-
kımından Kur’an ahlâkının temeli sayılması gerektiğini belirtir. Hz. Pey-
gamber, kendisine yöneltilen, “İnsanlar arasında en büyük kerem sahibi
kimdir?” sorusuna, “Takvâda en ileri olanlardır” (Buhârî, “Enbiyâ”, 8, 14, 19) ce-
vabını vermiştir. Bilindiği gibi “kerem” hem “şeref ve itibar” hem de “cömertlik ve yardım severlik” anlamına gelir. Böylece takvâ sahibi insanın,“insanlara karşı iyilik sever, aynı zamanda da değerli ve şerefli insan” oldu-
ğu anlaşılmaktadır. Takvânın bu ahlâkî ve insancıl içeriğini ifade eden daha
başka örnekler de vardır. Meselâ Feth sûresinin 26. âyetine göre müşrik
Araplar’ın kalbinde “Câhiliye hamiyeti” vardır; Peygamber ve arkadaşlarının hasleti ise “sekînet ve takvâ”dır.Burada Câhiliye hamiyeti, barbarlık, küstahlık ve saygısızlığı; sekînet ve takvâ da ağır başlılık, uygarlık, insanların şeref ve haysiyetlerine saygı anlamını taşır (ayrıca bk. el-Bakara 2/206).
Takvânın anlamı konusundaki ilginç örneklerden biri de onun “hayâ”
ile ilişkisini gösteren A‘râf sûresinin 26. âyetidir. Burada “takvâ elbisesi”deyimi kullanılarak dolaylı bir üslûpla takvâ, günah duygularını örtüp kapatan, bastıran ve böylece günah işlemeyi önleyen bir koruyucu, ruhu benzeyen bir erdem şeklinde takdim edilmektedir.
Yani elbise bedeni kapattığı,koruduğu ve süslediği gibi takvâ da hem ruhumuzun kötü duygularını örter hem de ruhumuzu süsler. Böyle olunca takvâ sahibi kişinin kaba, haşin,
haksız, isyankâr, şehvet düşkünü, aç gözlü, edepsiz, hayâsız olması düşünülemez. Takvânın aynı zamanda bir kibarlık erdemi olduğunu gösteren âyetler de vardır (meselâ bk. el-Bakara 2/189; el-Hucurât 49/1).Burada önemle vurgulanması gereken husus, takvânın daima tâzim,hürmet, saygı gibi kelimelerle ifade edilen yüksek ahlâkî fazilet için kullanıldığıdır. Fakat takvâ, her şeyden önce Allah’a, O’nun koyduğu kurallara saygıdır; bunları ihlâl etmekten sakınmaktır. Takvânın bu şekilde saygıyı ifade ettiğini gösteren güzel bir örnek de Hac sûresinde (30-32.âyetler) geçer. Benzer bir yaklaşım aynı sûrenin 37. âyetinde geçen, “Kurbanlarınızın etleri de kanları da Allah’a ulaşmaz; fakat O’na sizin takvânız ulaşır” meâlindeki âyette görülüyor. Bu âyet açıkça, bütün dinî ve ahlâkî faaliyetlerimizi Allah’a saygı ve O’nun rızâsını kazanma niyetiyle yapmamız gerektiğini gösteriyor.
Bazı âyetlerde takvâ, bütün kötülükleri ifade eden “fücûr” kelimesinin zıddı olarak geçmektedir (bk. eş-Şems 91/8-10); Sâd sûresinin 26-28. âyetlerinde ise siyasî ahlâkı da içine alacak şekilde kullanılmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de takvânın karşıtı olarak “zulüm” de gösterilmiştir.
Câsiye sûresinin 19. âyetinde bildirildiğine göre “Zâlimler birbirinin dostu-
dur; Allah da takvâ sahibi olanların dostudur.” Bu âyette zulüm, daha zi-
yade inkârcıların Allah’a ve İslâmî ilkelere karşı inatçı ve anlamsız direniş-
lerini, müslümanlara reva gördükleri haksızlıkları ifade eder.
Açıkça görüldüğü üzere, Kur’ân-ı Kerîm’in büyük önem verdiği takvâ
kavramı, bütün bu bilgilerden çıkan sonuca göre başlıca şu iki anlamı içer-
mektedir:
a) Takvâ, itikadî konularda yanlış ve bâtıl inançlara kapılmaktan, amelî
ve ahlâkî konularda eksik, kusurlu, kötü, zararlı ve haksız davranışlardan,İslâm dininde esasları belirlenmiş olan hayat tarzına uymayan bir yaşayış-
tan sakınmak, uzak durmaktır.
b) Takvâ, bütün faaliyetlerde, ödevlerin yerine getirilmesinde, her türlü
kötülüklerin terkedilmesinde öncelikle Allah’tan ittika etmektir; yani Allah
korkusunu, O’na karşı saygılı olmayı ön plana çıkararak bu saygıyı bütün
davranışların ve hayatın temeli yapmaktır. Buna göre takvâ bütün ahlâkî
erdemlerin temelidir ve insan ona sahip olduğu oranda diğer erdemlere de
sahip olur.
|