İslâm Öncesinde Kâbe
‘İnsanlar’ için kurulan ilk mabet Mekke’deki Kâ’be’dir; âlemlere [yani sadece belli bir ırka değil, tüm insanlığa] yol gösterici, bereketli yer… Kâ’be’nin bugün herkese [âlemlere] yol gösterici olduğu aşikârsa da, “ilk mabet oluşu” ve “kendileri için vaz edildiği insanların (en-nâs) kimler olduğu” tartışmalıdır. Nâs kelimesinin tüm insanları ifade ettiği kabul edildiğinde, Kâ’be; sadece Arabistan havzasında yaşayan insanların değil, sadece Ortadoğu, sadece Asya, sadece Avrasya, sadece eski dünya insanları için değil, yenidünya olarak bilinen kuzey ve güney Amerika insanları, yani İnka, Maya, Aztek vb. medeniyet mensupları için de ilk kurulan mabet olacaktır. Genel kabul böyle olmakla birlikte, Kur’ân’da nâs ve insân kelimelerinin sadece Arapları ifade etmek için kullanıldığı da vâkidir56.
Bu çerçevede, yukarıda sayılan beşerî toplulukların, özellikle de Yahudi ve Hıristiyanların kutsal metinlerinde Kâ’be ile ilgili bir içeriğin bulunmaması da düşündürücüdür. DİA Kâ’be maddesinde Bakara 125-127 ve Hac 26-29’u meâlen verildikten sonra şöyle denmektedir: “Bu âyetlerden Kâ’be’nin Hz. İbrahim’den önce de var olduğu, ancak yıkılıp, uzun zaman içinde yerinin kaybolduğu ve İbrahim tarafından bulunarak yeniden yapıldığı anlaşılmaktadır. Fakat Hz. İbrahim’den önce kimin tarafından inşa edildiği hususunda Kur’ân’da herhangi bir bilgi yoktur. Bununla birlikte bazı kaynaklarda ilk yapanların Hz. Âdem yahut oğlu Şît, hatta onlardan daha önce melekler olduğuna dair bir- çoğu İsrâîliyyât kaynaklı, mübalağa ve efsane unsurlarıyla süslü, bir kısmı da sembolik anlamlar taşıyan rivayetler yer almaktadır.
DİA “hac” maddesinin “İslâm’da Hac” başlığı altında, - Müslümanların genel anlayışını yansıtan- şu ibareler görülmektedir:
“İslâmî kaynaklara göre, haccın Hazret-i Âdem dönemine kadar uzanan bir geçmişi vardır. Bir kısmı İsrâîliyyâta dayanan bazı rivayetlere göre, Kâ’be’yi önce melekler tavaf etmiş, daha sonra da Hazret-i Âdem Allah’ın emriyle Mekke’ye giderek Arafat’ta Hazret-i Havva ile buluşup, kendisine Beytullāh’ın etrafındaki hacla ilgili mukaddes yerleri gösteren meleklerin rehberliğinde haccetmiştir (Hamidullah, [“İslâm’da Hac”, çev. M. Akif Aydın, İTED, VII/1-4, 1984], s. 123-127). Hazret-i Şît’in peygamberliği sırasında onardığı Kâ’be, Nuh tufanının arkasından uzunca bir süre kumlar altında kalmış ve nihayet Hazret-i İbrahim ile oğlu İsmail tarafından eski temelleri bulunarak yeniden inşa edilmiştir. ‘Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beyt’in temellerini yükseltirken…’ (el-Bakara 2/127) mealindeki âyet bu inşaata işaret etmektedir.”58 Bakara 127’de Hazret-i İbrahim ve İsmail’in “Kâ’be’nin kaideleri”ni yükseltmeleri söz konusu edilmekle birlikte bu, daha evvel var olan bir binanın [yani ilk Kâ’be’nin kalıntısının] kaideleri şeklinde anlaşılmamalıdır.
Çok daha evvel yaşanan olayları nüzûl anındaki mevcut durumdan ve algılardan hareketle anlatmak, Kur’ân’da sık sık başvurulan bir üsluptur ve müstakil bir tez çalışması yapılabilecek kadar önemlidir. Hazret-i Âdem’in yaradılışı karşısında meleklerin geliştirdikleri “Biz Seni, daima hamd ile tenzih ve takdis ederken, yeryüzünde bozuculuk yapacak, kan dökecek birini mi meydana getiriyorsun?!”59 mealindeki itiraz da böyledir. Meleklerin itirazı; insanların –özellikle de kendilerinden söz edilen Yahudilerin- nüzûl devrinde herkesçe aşikâr olan malum kan dö- kücülük ve bozuculuklarından hareketle verilmektedir…
Henüz varlık sahnesindeki yerini almamış bir ‘şey’in özelliklerinin melekler tarafından bilinmesi nasıl düşünülebilir?! İşte aynı ilginçlik, Hazret-i İbrahim’in duasında da görülmektedir. Henüz ortada Mekke diye -bırakın ‘şehr’i- bir ‘şey’ bile yokken, Hazret-i İbrahim, “Bu şehri emin kıl” demekte ve Arapların gerçek birer dindar olması yönünde dua etmektedir. Nitekim “Senin kutsal evinin yanında” derken de, kendisinin yaptığı evi kastettiği anlaşılmaktadır; ancak nüzûl devrindeki mevcut algıya göre… Kur’ân’da belirtildiği gibi- Kâ’be Hazret-i İbrahim tarafından inşa edildiyse ve insanları buraya davet eden Hazret-i İbrahim ise, Kâ’be’nin “insanlar için kurulan ilk mabet oluşu” da “Bölge insanı için kurulan ilk mabet olduğu” şeklinde anlaşılmalıdır.
Çünkü insanoğlu daha yerleşik hayata geçmeden yaklaşık on bin yıl önce -yani Hazret-i İbrahim’den binlerce! yıl evvel- görkemli, sağlam, güzel, estetik tapınaklar yapmaya başlamış bulunuyordu60. “Arz’ın altını üstüne getiren ve orayı Araplardan daha fazla imar eden nice milletin helâki”nin söz konusu edildiği Rum 9’da da buna işaret edildiği anlaşılıyor. Sonuç olarak; Mevdudî’nin61 de belirttiği gibi Kâ’be’nin “ilk mabet oluşu”nu konu alan Âl-i İmrân 96’da, kıblenin Kâ’be’ye çevrilmesine yö- nelik itirazlar bir kez daha reddedilmektedir. Buradaki kıyaslama, dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir mabetle Kâ’be arasında değil, Kâ’be’den 1350 yıl sonra Hazret-i Süleyman tarafından inşa edilen62 Mescid-i Aksā ile Kâ’be arasındadır. Aynı mukayese Âl-i İmrân 65-68’de; yine Hazret-i İbrahim bağlamında bu kez İslâmiyet’le Yahudilik ve Hı- ristiyanlık arasında yapılmıştır. |
|
|
|