Hz Ibrahim ve Kabe

 hz ibrahim ve kabe
Hz. İbrahim ve Kâbe


Hz. İbrahim denilince akla onun tevhid mücadelesi gelir. Kur’ân onu “hanîf” diye anar ve Hz. Muhammed’e ve inananlara onun tevhid dinine (millet) tâbi olmayı emreder. Hz. İbrahim bir putperest olan babası ve kavmi ile aklî deliller başta olmak üzere var gücüyle mücadele eder. Babasının ve kavminin tehditlerine aldırmaz. Ölümü göze alarak putperestliğin sembolü putları kırar. Ateşe atılır; Cenâb-ı Hakkın inayetiyle kurtulur. Halkını putperestlikten vazgeçiremeyeceğini anlayınca “Sizden de Allah’tan başka taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve rabbime niyaz ediyorum. Umudum odur ki rabbime niyazımdan eli boş dönmeyeceğim” (Meryem 19/48), “Ben rabbime gidiyorum. Bana yol gösterecektir” (Sâffât 37/99) diyerek yurdunu (Harran?) terkeder. Mısır, Filistin başta olmak üzere gittiği her yerde putperetlikle savaşır.

Allah Teâlâ’nın yol göstermesiyle bugünkü Mekke’nin bulunduğu yere gelir. Buraya Mısırlı eşi Hz. Hacer ile bir kısım kaynaklarda kaydedildiğine göre henüz bebek olan oğlu Hz. İsmail’i yerleştirir. Çünkü, İbn Âşûr’un belirttiğine göre, o dönem Mekke’ye yakın bölgede yaşayan Cürhümlüleri temiz fıtratlı bulmuştu.3 Buhârî’de İbn Abbas’tan nakledilen birbirine yakın uzunca iki rivayetten, Hz. Hâcer ve İsmail’in vadiye inmelerinden kısa bir süre sonra bölge insanlarından bir kısmı- nın oraya yerleşmeye başladıklarını anlıyoruz. Hz. Hacer’in Zemzem suyunu bulması üzerine, burada su bulunduğunu gören Cürhümlü bir grup Hz. Hacer’in izniyle ve sudan hak iddia etmemeleri koşuluyla oraya yerleşmişlerdir. Zamanla Mekke’de kurulan ev sayısı artmıştır.4 Nihayet Hz. İsmail belli bir yaşa ulaşınca Hz. İbahim bir gelişinde oğlu ile birlikte bütün âlemlere tevhid inancının sembolü/nişanı olmak üzere Allah’ın evi Kâ‘be’yi dikti. Hac sûresinde (22/26) Hz. İbrahim Kâ‘be’nin mekânı ile ilişkilendirilirken “bevve’nâ” (mastarı tebvie) fiili kullanılır. Tebvie kelimesinin birini bir yere yerleştirmek, ona yeri göstermek, yeri hazırlamak manalarına geldiği söylenir. Bundan da anlaşılır ki Kâ‘be’nin yeri Hz. İbrahim’e bizzat Cenâb-ı Hak tarafından bildirilmiştir. Kaynaklarda Sâre’nin Hz. Hâcer’i kıskanması üzerine Hz. İbrahim’in onu ve oğlunu Mekke vadisine götürdüğü belirtilir.

hz ibrahim  teslimiyeti
Durum böyle olmaktan ziyade, kanaatimizce, Hz. İbrahim, Allah Teâlâ’nın yol göstermesiyle tevhid akidesinin merkezi ve menbaı olmaya en elverişli bir mekân olarak gördüğü için onları oraya iskân etmiş olmalıdır. Nitekim İbn Abbas rivayetlerinde, Hz. Hacer, kendilerini o ıssız vadiye bı- rakıp geri dönen Hz. İbrahim’e: Bizi burada bırakmayı sana Allah mı emretti? diye sormuş, Hz. İbrahim: Evet, cevabını vermiştir. Sırf Sâre’nin istememesi üzerine onları uzaklaştırmış olsaydı, daha farklı, onlar için daha uygun bir yeri tercih edebilirdi. Bazı kaynaklarda Kâ‘be’yi ilk inşa edenin melekler veya Hz. Âdem yahut Hz. Şît olduğuna, Hz. İbrahim’in ise daha önce inşa edilen ve zamanla ya da Tûfan ile yeri kaybolan Kâ‘be’yi yeniden tesis ettiğine dair rivayetlere yer verilir. bunları doğrulayacak elimizde kesin bilgiler yoktur. Muhakkik müfessiler bu rivayetlerin çoğunun israiliyattan ve isnadlarının zayıf olduğunu söyler. Âl-i İmân sûresinde (3/96) insanlar için tesis edilen ilk evin Mekke’deki (Bekke) ev olduğu, Bakara sûresinde ise (2/127) Hz. İbrahim’in oğlu ile birlikte Beyt’in temellerini yüktselttiği bildirilir. Onu ilk inşa eden Hz. İbrahim midir yoksa daha önce inşa edilmiş midir tartışmalarına fazla girmek istemiyoruz. Ancak şunu ifade edelim ki, tarihi yönü itibarıyla Kur’ân’da Kâ‘be’nin hep Hz. İbrahim’le ilişkilendirilmesi dikkat çekicidir.

Öte yandan Hac sûresinde (22/29) âlimlerin çoğuna göre Hz. İbrahim’e hitab eden bir âyette “Beyt-i atîkı haccetsinler” emri yer alır. “Beyt-i atîk” tamlamasındaki atîk kelimesine “eski/kadim” manası verilirse Kâ‘be’nin Hz. İbrahim’den önce inşa edilmiş olması sonucu çıkabilir. Nitekim atîk kelimesine Hasan Basrî gibi âlimler “kadim” manası vermişlerdir. Ancak kelimenin anlam alanı incelendiğinde görülür ki başka manalara da gelmektedir. Meselâ selef ulemasından kelimeye, - “Saygın, değerli” anlamı verenler olmuştur ki, Kâ‘be’nin Kur’ân’da Mescid-i Harâm, el-Beytü’l-Muharrem vb. sıfatlarla anılması bu manayı kuvvetlendirmektedir, - Abdullah b. Zübeyr gibi diğer bazıları “âzâde; zorbaların tasallutundan kurtarılmış” manasına geldiğini söyler. Nitekim Tirmizî ‘nin rivayet ettiği bir hadiste, hiçbir zorba ona üstün gelip ele geçiremediği için ona Beyt-i atîk isminin verildiği belirtilmiştir.

5 -“Aslen hür; kimsenin mülkiyetine geçmemiş” manası da verilmiştir. Cenâb-ı Hak Kâ‘be’yi Kur’ân’da kendine nisbet etmiş; beytî (evim) demiştir. Bina edilişinden günümüze onu Yüce Yaratıcı’dan başkanısa mal ve nisbet eden olmamıştır. İçine putlarını koydukları cahiliye Arapları bile Kâ‘be’yi putlarına nisbet etmemişler, onu hep Allah Teâlâ’ya nisbet emişler; “Rabbülbeyt” demişler, büyük yeminlerinde bu terkibi kullanmışlardır. Ebû Zer’den gelen bir rivayette o, Hz. Peygamber’e: “Hangi mescid önce vazedildi?” diye sormuş, Hz. Peygamber: “Mescid-i Harâm” cevabını vermiş; “Sonra hangisi” diye sorunca, “Mescid-i Aksâ” demiş, “Aralarında ne kadar süre var?” sorusuna ise “Kırk sene” buyurmuştur.6 Bazı müfessirler bu rivayetle ilgili olarak, Hz. İbrahim’in Mekke’ye Kâ‘be’yi inşa etmesinin anında bugünkü Mescid-i Aksâ’nın yerine de küçük bir mescid yapmış olma ihtimali üzerinde dururlar. Çünkü Hz. İbrahim ile Mescid-i Aksâ’yı inşa eden Hz. Süleyman arasında asırları alan uzun bir süre vardır.

1. Kâ‘be’nin korunması ve varlığını canlı bir şekilde sürdürmesi yönünde Hz. İbrahim’in almış olduğu tedbirler


Allah Teâlâ’nın yol göstericiliği altında insanlık için “Tevhid Simgesi” olarak inşa etmiş olduğu Kâ‘be’nin ilelebed varlığını sürdürebilmesi, canlı ve mamur halde kalabilmesi için Hz. İbrahim ööremli bazı tedbirler almıştır. Görebildiğimiz kadarıyla bunlardan bir kısmı aşağıdaki şekilde özetlenebilir:


a) Hz. Hâcer ve oğlu İsmâil’i önceden Mekke’nin bulunduğu yere iskân etmesi


Hz. İbrahim’in henüz Kâ‘be’yi inşa etmeden önce Mısır kökenli eşi Hz. Hâcer ve küçük yaştaki oğlu İsmail’i Mekke’nin bulunduğu yere yerleştirmiş olması, onların buraya alışıp çevrede yaşayan kabilelerle karşılıklı ünsiyet kurmaları, daha sonra da tesis edilecek Kâ‘be’nin devamı açısından önemliydi. Bu, onun için bir bakıma Kâ‘be’yi inşa etmeye bir hazırlık dönemi olmuştur. Hz. İsmail Mekke’ye yerleşen Cürhümlüler arasında büyümüş ve Cürhümlü bir kadınla evlenmiştir.

Nihayet Hz. İbrahim oraya bir gelişinde oğlu ile birlikte Kâ‘be’yi inşa etmiştir. Kâ‘be inşa edildikten sonra sürekli onun bakımını yapacak, ziyarete gelenlerle ilgilenecek, haccın menasikini öğretecek, daha önemlisi tevhid akidesini yerleştirecek, şirk unsurlarından koruyacak bir öndere ihtiyaç vardı. İşte bu görev, o bölgeye önceden yerleşmiş ve orada evlenmiş olan Hz. İsmail’e düşüyordu. Hz. İbrahim gidip henüz kimsenin yaşamadığı bir vadiye yalnız başına Kâ‘be’yi inşa etmiş olsa ve arada bir gelip ilgilenecek olsa Kâ‘be’nin devamlılığı ve inşa ediliş amacı gerçekleşmeyecekti. Bundan da anlaşılır ki, Hz. Hâcer’in, oğlu İsmail ile birlikte Kâ‘be’nin inşa edileceği mekâna önceden yerleşmiş olmaları ilâhî takdir ve nebevî tedbir çerçevesinde olmuştur.

Hz. İbrahim'in Duası

b)Mekke sâkinlerinin geçimlerini temine yönelik duası

 

Hz. İbrahim ekin bitmeyen, toprağı çorak bir vadiye yerleştirdiği ailesi hakkında “onları çeşitli ürünlerle rızıklandır”8 diye dua etmiştir. Tarıma elverişli olmayan, hele suyu olmayan bir yerde insanların kalıcı hayat sürmeleri imkânsızdır. İşte Hz. İbrahim soyunun burada yerleşip hayatlarını sürdürebilmeleri, yani Kâ‘be’nin bekası için Yüce Allah’tan onlara rızık temini konusunda niyazda bulunmuştur. Kâ‘be’nin yanında Zemzem suyunun çıkması ile bu mekânın -yerleşime elverişli hale gelmesi yönünde ilk adım atılmış oldu. Ardından Mekke –aşağıda bir kısmından söz edeceğimiz ilâhî lütüflar sayesinde- dışarıdan, değişik bölgelerden çeşitli ürünlerin getirilip pazarlandığı bir yurt olmuştur.

Zamanla nüfus olarak çoğalan Mekke halkı, Kureyş sûresinde belirtildiği üzere, özellikle kış ve yaz aylarında Yemen ve Şam’a yaptıkları ticaret amaçlı yolculuklarlar sayesinde geçim yönünden sıkıntı yaşamamışlar, korku ve açlıktan güvende olmuşlardır. Hz. Muhammed’e karşı “Biz seninle birlikte doğru yola tâbi olursak yurdumuzdan sökülüp atılırız” bahanesini öne süren Mekkeli müşriklere: “Biz onları dokunulmaz, güvenli, katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği bir yere yerleştirmedik mi?!”9 buyrularak bu nimet hatırlatılmıştır.

c) Gönüllerin Kâ‘be’ye meylettirilmesi yönündeki duası.


“İnsanlar arasında haccı ilan et; yaya olarak veya uzak yollardan gelen yorgun argın develer üzerinde sana gelsinler” (Hac 22/27) emr-i ilâhisi üzerine Hz. İbrahim insanları hacca davet etti. Tabiî, o zamanlar yerleşim alanlarından oldukça uzak, sapa bir yerde bulunan Kâ‘be’ye insanların ilgi göstermeleri, hac için orayı ziyaret etmeleri oldukça meşakkatli bir durumdu. İşte Hz. İbrahim ”Ey Rabbimiz! Ben zürriyetimden bır kısımını, senin kutsal/harâm evinin yanında ekin bitmeyen bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz namazı kılsınlar diye. İnsanlardan bir kısım gönülleri onlara meylettir ve onları çeşitli ürünlerle rızıklandır ki şükretsinler” (İbrahim 14/37) diye Rabbine niyaz ederek buranın manevî yönden bir câzibe merkezi olmasını istemiştir.

Cenâb-ı Hak “Biz Beyt’i insanlar için bir mesâbe ve bir güven yeri kıldık” (Bakara 2/125) buyurarak Hz. İbrahim’in bu duasını kabul buyurmuştur. “Mesâbe” kelimesine “sürekli gidip gelinen yer”, “bir sevabgâh”, “devamlı toplanılan mekân” vb. manalar verilir. Gerçekten de, ulemanın kaydettiklerine göre, Kâ‘be birçok insan için daimi bir cazibe merkezi konumundadır. Beytullah’ı sırf Allah rızası için ziyaret edip ayrıldıktan sonra ondan gönül bağını koparabilen çok az insan çıkmıştır. Tekrar ziyaret etme imkânı bulan hemen bunu yapar, bulamayan ise ona kalbi ve vicdanı ile döner. Kâ‘beye olan bu iştiyak İslâm öncesi ve sonrasında maruf bir durumdur. Bu sayede Kâ‘be daima mamur halde kalmış, hac ve ziyaret maksadıyla gelenlerden hali olmamıştır.

d) Mekke’nin güvenli bir belde olması yönündeki duası.


İnsanların bir beldede yaşamaları veya oraya sürekli gidip gelebilmeleri için orada su ve tarım ürünlerini elde etme imkânı bulabilmeleri yanında beldenin ve oraya çıkan yolların güvenli olması da önemlidir. Bir yerin güvenli olabilmesi için orada adalet, izzet ve refahın bulunması gereklidir. Bunlar olmadan orada gerçek anlamda emniyetten söz edilemez. Emniyet olan yerde ise bayındırlık (imar), yararlı olana yönelme ve servet gelişir. İlk üç haslet bozulduğunda güvenlik bozulur, güvenlik bozulunca da son üç unsur gider.10 Demek ki din ve dünya işlerinin sağ- lıklı yürüyebilmesi için emniyet vazgeçilmez bir unsurdur.

İşte Hz. İbrahim, Mekke’yi güvenli bir belde kılması yönünde Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulunarak11 Kâ‘be’nin varlığını ve canlılığını Kı- yamete kadar muhafaza etmesini dilemiş, Cenâb-ı Hak da bunu gerçekleştirmiştir.12 Güven (emn) mutlak olarak zikredildiğinde düşman, baskın, savaş ve öldürülme gibi korkular yaşamamak, böylesi tehlikelerden selamette olmak anlamına gelir. Cenâb-ı Hak zaman zaman Kâ‘be’yi yıkmak amacıyla gelen kötü niyetli zorbaları emellerine ulaşamadan helak edince insanların gönüllerinde Kâ‘be’ye ve Mekke’nin sâkinlerine karşı bir saygı oluşup yerleşti: Mekkelileri “Ehlullah” olarak adlandırmaya başladılar.

Diğer insanlar baskın, gasp ve benzeri tehlikeleri sürekli ya- şarken, bu sayede Mekke halkı o coğrafyada, güven içinde yaşama ve seyahat etme imkânı bulmuştur: “Görmediler mi ki, çevrelerindeki insanlar durmadan yerlerinden koparılıp götürülürken biz (Mekke’yi) güvenli, dokunulmaz halde kılmışızdır?!” (Ankebût 67). Cahiliye dönemi insanları da Kâ‘be ve Harem’in saygınlığına bağlı kalmışlar; oraya iltica eden kimseye dokunmamışlardır. Bir insan babasının kâtilini Harem’de görse, Allah’ın evi Kâ‘be’ye tazim ve hürmet duygusundan, ona ilişmezdi.13 Hâlbuki cahiliye Arab’ında intikam alma ve bununla övünme duygusu ön plandaydı. Mıntıkanın ağaç ve hayvanlarının dahi dokunulmazlığı vardı. Tesis edilen bu emniyet ve refah sayesinde Mekke halkı için bu kutsal mekânın yanı başında yaşama sebepleri temin edilmiş oldu; bu beldeyi terk edip başka yerlere göç etme durumunda kalmamışlar; Kâ‘be’nin etrafı Hz. İbrahim ve İsmail’den itibaren hep meskûn halde kalmıştır.
SİTE İÇİ ARAMA MOTORU
 
                               
FACEBOOK BEĞEN
 
MOBİL UYGULAMAMIZ
 
İslam Hocası Mobil Uygulamasını Tıkla Ve İndir
AYLIK DİNİ SOHBET
 
MAKALENİ GÖNDER
 
Yazı Ve Makeleni Gönder Yayınlayalım
ONLİNE SAYAÇ
 
 
İslam Hocası Tıkla Ve İndir
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol