AFFEDİCİ OLMAK
affedici olmak,affedici olmak vaaz,affedici olmak ayet,affedici olmak ile ilgili hadisler,affedici olmak ile ilgili sözler,affedici olmak nedir,affedici olmak kalp ehli,affedici olmak ile ilgili hikayeler,affedici olmak ile ilgili kıssalar,affedici olmak ile ilgili ayetler,affedici olmak nedir kısaca,
Yüce Allah buyuruyor:
(Ya Muhammed!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve câhillerden yüz
çevir. (A’raf - 199)
Kin tutan ve intikam almak için fırsat gözetleyen kişileri şeytan sürek-li dürtükler ve mânevî huzurlarını bozar. Yediği yemeğin, kıldığı namazın tadını alamaz, geceleri rahat uyuyamaz ve işinde başarılı olamaz. Bu tür insanlar toplumda çoğalınca, arkadaşlık, dostluk, komşuluk ve akrabalık bağları kopar, toplumsal barış ve toplumsal huzur tehlikeye girer. Bu ne-denle Yüce Allah son peygamberi Hz. Muhammed’e “Sen af yolunu tut” buyuruyor.
İslâm öncesi câhiliye dönemine baktığımızda!
Mekke halkı ilkel kabile hayâtı yaşayan, putlara tapınan, öz kızlarını diri diri toprağa gömen, kadınları, çocukları kaçırıp köle pazarlarında satan ve asırlık kan davalarını sık sık gündeme taşıyıp intikam duygusu ile masum insanları acımasızca öldüren canavar ruhlu müşriklerdi.
Medine halkı da Evs ve Hazrec adında iki düşman kabileye ayrılmış, sürekli birbirleriyle çarpışıyorlardı. Bu anlamsız ve bitmez tükenmez çatış-malarda nice gençler ölüyor, anaları, babaları ağlıyor, eşleri dul ve yavruları yetim kalıyordu.
Ortaçağın en câhil ve en acımasız insanları olan Mekke ve Medine hal-kı İslâm’la tanışınca ve ruhsal açıdan tatmin olunca, yeryüzünün en mutlu ve en merhametli insanları oldular.
Özellikle Yüce Allah, ya Muhammed! “Sen af yolunu tut” (hoşgörülü ve af edici ol) buyurunca, birbirlerine sarılıp kardeşlik bağlarını pekiştirdiler ve insanlık tarihinde eşi görülmemiş toplumsal barışın ve toplumsal huzurun örneğini sergilediler.
Toplumsal barışın ve toplumsal huzurun, beşeri kanunlarla, ırkçı söy-levlerle, din karşıtı eğitimle ve polisiye önlemlerle sağlanamayacağı dene-yimlerle kanıtlanmış bir gerçektir.
En üst düzeyde eğitim görmüş bilim adamları, profesörler, psikologlar ve üniversite öğrencileri arasındaki ideolojik kutuplaşmalar ve sataşmalar, bunun somut örneğidir.
İşte gerçek huzur ve toplumsal barışın tek adresi İslâm’dır. Çünkü İslâm, başı açık ve başı örtülü diye insanlar arasında ayırım yapmayan ve gerçek demokrasiyi savunan tek âdil düzendir. İslâm’ın temel felsefesi kardeşlik ve insanlar arasında eşitlik ve özgürlüktür.
İslâm; kardeşliğin, eşitliğin, özgürlüğün, toplumsal barışın ve toplumsal huzurun tek sigortası olduğundan, af etmeyi, hoşgörüyü ve bağışlamayı tavsiye eden son İlâhi din’dir.
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Kim intikam almaya gücü yettiği halde af ederse, Allah da onu zorluk gününde af eder. (Taberânî)
Çünkü kin tutmak ve intikam almak için fırsat gözetlemek şeytanın özelliği olduğu gibi, af edip bağışlamak da peygamberlerin, evliyaların ve sâlih mü’minlerin özelliğidir.
Uhud Savaşı’nda Mekke müşrikleri, attıkları taşlarla Peygamberimizin
dişini kırmış ve yanağını da yaralamışlardı. Peygamberimiz bir yandan eli ile yanağından akan kanları silmeye çalışırken, diğer yandan “Allahım!
Kavmime (Mekke müşriklerine) hidâyet eyle, çünkü onlar gerçeği bil miyorlar” diye onlara dua ediyordu.
Ancak! Haksızlığa uğrayan, itilip kakılan, aşağılanan, dövülüp sövülen ve maddi zarara uğrayan kimseler af etmeye zorlanamaz. Çünkü onları af etmeye zorlamak ve haklarını aramalarına engel olmaya çalışmak, zalimin zulmüne ortak olmak anlamına gediğinden ve İlâhi adâlete ters düştüğün-den,
Af edip bağışlamak bir zorunluluk değil, Allah’ın ve Peygamberimizin bir tavsiyesidir.
Yüce Allah buyuruyor:
Yapılan bir kötülüğün (haksızlığın) karşılığı, onun dengi bir ce-
zadır. Kim de af eder ve (aralarında) barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. (Şura - 40)
Haksızlığa uğrayan kimse, dilerse ve gücü yeterse dengi ile dünyada hakkını alabilir ki, buna kısas denir. Örneğin, kendisine çıplak eli ile bir tokat vurana, o da çıplak eli ile bir tokat vurabilir ve kısas hakkını dünyada kullanmış olur. Kısas hakkını dünyada kullanan kimse gerçi nefsini tatmin eder ama âhirette ondan yararlanamaz. Kısas hakkını dünyada kullanma-yıp âhirete erteleyen kimse, orada hakkını sevap olarak alacağı için daha kazançlı çıkacak ve orada sevinecektir.
Kısas hakkını dünyada kullanmayan, âhirete de ertelemeyen ve kin tut-mayıp af eden ve dargın durmayıp barışan kimseye gelince, mahşer günü onun mükâfatını (sevabını) doğrudan Allah verecek. Tabii o kadar çok vere-cek ki, kul sevincinden şaşkına dönecek ve Yüce Allah’a şükürler edecek. |